Sena, kadın cinayetlerinin artış gösterdiği bu dönemde, yaşadığı olayla birlikte birçok kadının dile getirmek istediği bir gerçeği dile getirmek için sesini yükseltti. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyen Sena, bu ifadesiyle sadece kendi hikayesini değil, aynı zamanda toplumda yaşanan derin bir sorunu gündeme taşımak hedefinde. Yaşanılan bu tür trajedilerin altında yatan sebepler, toplumda kadınlara yönelik şiddetin yaygınlığı ve sistemin bu konudaki yetersizlikleri, günümüzün en acil meselelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Her yıl binlerce kadın, cinsiyet temelli şiddet ve cinayete kurban gidiyor. Daha önce yalnızca istatistikler olarak karşımıza çıkan bu sayıların arkasında ise gerçek hayat hikayeleri, acılar ve hayaller yatıyor. Sena'nın yaşadığı olay gibi, her kadın kendi hikayesinin kahramanıdır. Ancak kadınların çoğu, bu hikayelerin trajik sonlarını yaşamamak için mücadele vermek zorunda kalıyor. Toplumda yerleşen cinsiyet rollerinin, medya kanallarının oluşturduğu algıların ve yetersiz yasaların bir araya gelerek ortaya çıkardığı bu iklim, kadınların yaşam hakkını tehdit ediyor.
Bu süreçte, kadınlar yardım çığlıkları atarken toplumun duyarsız kalması, sorunun büyümesine sebep oluyor. Sena'nın "Bu şekilde anılmak istemiyorum" ifadesi, aslında birçok kadının iç sesidir. Çoğu zaman, kadınların yaşadığı bu tür vakalar göz ardı edilmekte ya da sıradan bir haber olarak geçiştirilmektedir. Kadın cinayetleri, yalnızca birer istatistiktir; ancak bu yüzlerce hikayenin ardında birer insan yatmaktadır. Sena'nın bu talebi, sadece kendi hikayesi için değil, yüzlerce kadın için bir çağrıdır.
Sena'nın hikayesi, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda atılması gereken adımların ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Kadın cinayetlerinin önlenmesi için yasaların yalnızca var olması yeterli değildir. Bu yasaların uygulanması, toplumsal bilinçlenmenin arttırılması ve eğitim sisteminde cinsiyet eşitliğinin işlenmesi gerekmektedir. Her birey, aynı haklara ve özgürlüklere sahip olmalıdır. İşte bu yüzden, kadına yönelik şiddet sorununu ele alırken, sadece bireysel hikayelere değil, aynı zamanda sistemin nasıl çalıştığına da bakmak zorundayız.
Sena'nın başlattığı bu fırtına, birçok kişiyi harekete geçirebilir. Kadınların seslerinin daha gür çıkması için dayanışma ve toplumsal farkındalık oluşturmak oldukça önemlidir. Sosyal medya, etkileşimli kampanyalar ve topluluklar, bu konuda kamuoyu oluşturmak için kritik bir destek sunmaktadır. Kadın cinayetlerinin önüne geçmek için el birliği ile çalışmak, kadınların haklarını savunmak ve onlara yaşam hakkı tanımak için hayati önem taşımaktadır.
Sena'nın "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" sözü, aslında farklı bir bağlamda da değerlendirilmelidir. Her kadının bir hikayesi vardır ve bu hikayelerin çoğunda zaferler, mücadeleler ve hayaller yatar. Her birey, kendi hayatına sahip çıkabilir ve bu mücadelede yalnız olmadığını bilmelidir. Toplum olarak, Sena gibi kadınların yaşadığı travmaları unutmamalı ve bu konuda gereken önlemleri almak için birbirimize destek olmalıyız.
Sonuç olarak, Sena'nın çığlığı, sadece kişisel bir ses değil, birçok kadının içinde biriktirdiği öfke ve çaresizliğin bir yansımasıdır. Kadın cinayetleri ve şiddet konusunu ele almak, bugünün en önemli toplumsal sorumluluklarından biri haline gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, her kadının yaşam hakkı, toplumun temel taşlarından biridir ve bu hak herkes tarafından korunmalıdır.